Bugün hep hayalini kurduğum İzlanda’dayız. Yolculuğumuz
sorunsuz geçti. Biz İzlanda’ya Londra’dan geliyoruz, British Airways’in
konforlu uçuşuna diyecek yok. Reykjavik, hava alanına indiğimizde bizimle
birlikte birçok turistin olduğunu gördük, çok kalabalığa denk geldiydiysek dek
de insanların renkliliği, kibarlığı beni ziyadesiyle etkiledi. Havaalanı son
derece modern, polis kontrol noktasından da sorunsuzca çıkışa yöneliyoruz. Biz
bu seyahatimizde biraz kalabalığız, çocuklar da bizimle. Kalacağımız
otele taksi ile gidiyoruz aynı kibarlık ve nezaket takside de sürüyor.
Kaldığımız otelin penceresinden Reykjavik
çatılarını izlemeye doyamıyoruz. Burası nasıl bir ülke, maalesef kendi ülkemle
karşılaştırıyor ziyadesiyle üzülüyorum. Çalıştığım Ege Üniversitesinde
öğrencilerime kesinlikle bu ülkeyi ve buradaki şehircilik anlayışını anlatmam
lazım. Hemen unutmadan söyleyeyim İzlanda’ya vizesiz girilmiyor.
Reykjavik, Avrupa’nın bu küçük ülkesinin en önemli
şehri: Bu şehrin önemli bir özelliği var burası İzlanda’nın en kalabalık şehri
121.490 nüfusu var. Yeryüzünde
kutup bölgesine en yakın başkent konumumdaymış. Buranın büyük bir endüstrisi
yok, insanların önemli geçim kaynağı balıkçılık. Yediğimizin somonların kaçı
burada avlandı kim bili! Reykjavik denen bu şehirde İzlanda nüfusunun yarısı
yaşıyormuş inanamıyoruz. Bize o kadar sakin ve küçük geliyor ki, İzmir ve
İstanbul’u düşünün!
Neyse bu kitabi bilgilerden sonra size biraz kenti anlatayım istedim.
Burada çok enteresan heykellerle karşılaştım. Bizde olsa ucube diye yıkarlar
anlamsız bulurlar. Caddeler temiz, sokaklar sakin, insanlar çok iyi giyiniyor
ve genellikle sağlıklı gözüküyorlar. Hapra denilen bir binaya gittik insan çok
şaşırıyor o kadar güzel tasarlanmış bir opera binası ki, bizde neden olmaz
böyle sanat merkezleri anlamak mümkün değil. Burada bir konser dinlemek veya
bir opera izlemek şart onun keyfine doyum olmaz kesin. Burası deniz tatil kum
güneş diye gelinecek bir ülke değil, tamamen doğaseverlerin tercih etmesi
gereken bana göre alternatif bir tatil ülkesidir. Renkli binalarıyla bu körfez
şehrini çok sevdim ben.
Ilıman bir iklimi var buradaki sıcak su akıntıların etkisinden diyorlar.
Sokaklar sakin, bir restaurantta yemek yiyoruz, tercihimizi balıktan yana
kullanınca bizim çocuklar biraz üzüldü gibi ama çaktırmadılar da çok sağ
olsunlar. Yediğimiz salatayı ve morina balıklarını pek lezzetli bulduk. Adını
bilmediğim bir tatlı da yedik, skyr
adındaki tatlısı meşhurmuş, denedik, tadı güzel tuzsuz peynirle karıştırılmış
krema ile birlikte sunuluyor. Fiyatlar Türkiye’ye göre oldukça pahalı onu
söylemiş olalım biz 4 kişilik bir yemek için 200 Euro para ödedik. Biraz
yediğimizi eritelim diye dolaşarak Hallgrimskirkja kilisesini ziyaret ettik,
etkileyici bir dini yapı.
İzlanda’nın el değmemiş güzellikteki doğasını görmek üzere otelden
ayrıldık, ayrılmadan önce Laugavegur caddesindeki Sandholt Bakery’den kendimize
sandviç yaptırdık. Temiz havasıyla çabuk acıkıyorsunuz buarada. Buraya
gelişimizin 5’inci günündeyiz. İzlanda mükemmel! El değmemiş bir cennet parçası
sanki burada orman yok denilecek kadar az, siz yok diyebilirsiniz. Çünkü burası
volkanik bir ada ülkesi. Diyeceksiniz ki Vikingler o gemileri nasıl yapmış, inanın
ben de anlamadım! İzlanda aynı zamanda bir Viking ülkesidir. Bugün bile burada
hayvancılık yayığın, yemyeşil kırlar İzlanda koyunlarıyla dolu. Bir de çok
güzel atlar gördük ben buraya atlar ülkesi de demek isterim. Bu ülkedeki atlar
yurt dışına çıkarılmıyormuş.
Her yer yeşil, taşlar bile yosun tutmuş, çalılık ve tundralardan
oluşuyor, etraf açık, denizin, iyot kokusunun etkisindesiniz burası bir ada
ülkesi. Burayagelişimizin üçüncü günü kaplıca bölgesine gittik, burası Blue
Lagoon’e diye bir göl, yerli adı başka olabilir. Hanım bir film söyledi Mavi
Göl müymüş neymiş, tam hatırlamadım ben seyretmedim ama gölü anlatayım size,
biraz kalabalık ama ben böyle bir renk görmedim, tertemiz bir turkuaz insan
hayran kalıyor. İnsanı gençleştirdiği söyleniyor. Burası çamur banyolarıyla da
ünlü bir yer. Biz gölün sefasını sürdük iyice açıktık, oradaki tesiste yemek
İzlanda yemeklerini tattık, her şey çok güzeldi. Geysir’de fışkıran sıcak
suları gördük, televizyondan izlemekle aynı şey değil. Mutlaka görmelisiniz dostlarım
diyorum. Gulfos Şalelesi var, şelale içinde şelala bakıp kalıyorsunuz öylece. Bilmem
bu notlarımı görgüsüzlük sayar mısınız?
İzlanda’dan bu kadar, akşam şehirde birkaç Cafe-bar dolaşıp şehrin
tadını çıkaracağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder